aydın’ın üstünü örten kirli bir yorgan gibi sis
başını uzatmış izliyor tralleis
üçgözler’iyle…
sönmüş ocakların külünü eledim
anasız aşsız ocakların.
kaç kere söndü kaç kere yakıldı yeniden
yeni adlar buldu kendine, yeni evler: üst üste.
kırık tuğlalara basa basa unuttuğu hayatlar
bir zeytinin çekirdeğine işleyen yaralarıyla
o kadar yaşlı, o kadar yorgun
kendi duvarlarının gölgesinde
ölüleriyle…
topyatağı’nın altında bir sokakta
menders’e akıyor evler
uykular ve sabah ışıkları
kükürt kokusu yakıyor genzini turunçların
tutuluyor nefesim, yutuyorum sözcükleri…
tepede, orada taş duvar, pişmiş toprak
uzanıyor mermer sütunlar yanı başlarında
nöbetçi askerlerin uykusuna ortak…
seikilos’un mezarını kazıyor bir jeotermal kazmacısı
karısının çalınmış mezar taşı ile ayrılığına
yeni şarkılarını yazıyor, eski bin yılların beşiğinde
arkada, aşağıda bir köyde
yaşlı bir kadın dişlerini biliyor
haykırıyor avazı çıktığı kadar, göz yaşlarıyla
“İncirime, zeytinime dokunma!”
yazmasını maske yapmış, sabahın çürük yumurta kokusuna
semaverde, açık havada tütüyor günün buharı
su gibi kaynıyor içi, çay gibi demlediği toprağı için
direnecek son inciri kuruyana dek
son zeytin dökene dek siyecini, direnecek!
seikilos onun da şiirini yazacak
yanına uzanan kızılcaköy’lü kadını karşılarken…
hepimiz buradayız tepenin altında
üc gözüyle yaşlanmaya devam ediyor tralleis
biri dünü yaşadı biri yarını anlatacak
şimdi yaralı ve utanarak düşünüyor
kaç kereler direndiği zamanları.
mermerlerini yutuyor yanık zift ezik asfalt
oysa tam da arka yamaçta oynanmıştı tragedyalar
lirler ilk notalarını çalmıştı, taşa oyulmadan
sırtını yaslayıp toprağa, basamaklarında otururken insanlar
sırtını yaslayıp toprağa ölürken zeytin ve incir ağaçları…
binlerce yıllık maskların arkasına gizlenerek
asenal’in dehlizlerine sığınıyor zaman.
aydın’ın üstünü örten kirli bir yorgan gibi pus
başını uzatmış izliyor tralleis üçgözler’iyle…
efeler uyurken anıt mezarlarında, kadınları nöbette
menderes kıvrılarak koşuyor ege’ye
kirinden arındırmaya gidercesine yüzünü.
orada, biliyorum, çine’ye akan yolun iki yanında
eski sazlıkların, bataklıkların az üzerinde
tükeniyor pamuk, mısır ve enginar tarlaları
dutlar akıtırken şerbetini kaldırımlara.
dağınık ve mutlu ocaklar tütüyordu bir zamanlar
tellidede’de, telsiztepe’de, çeştepe’de…
üç kapısından girdiydi dağlara taşlara top sesi
üç kızanını alıp dağlara çıkanda köylerden efe’ler
İskender’in geçtiği asırlardan sonra
her düşüşü izledi,
yağmalardan, işgallerden, ihtilallere varana değin.
topyatağı’nın yarısı yanında, yarısı asker ocağında.
şimdi her kapısından giriyor zehir zıkkım
elmas mızrakların ucuyla
kimseye görünmeden sızıyor aramıza orduları;
üç gözü de yanıyor tralleis’in, üç gözü de…
tam da şimdi, arkasında bin yıllık bir kentin,
köylü kadınlar çocukları gibi seviyor bağları, bahçeleri
çocukları gibi koruyor inciri, zeytini, narı
iki bin yıl önce karısını seven seikilos gibi
iki bin yıl önce mermerde döne döne zeytin ezen
taşını sevdiği gibi seviyor toprağını, alın terini, emeğini.
ağıtları kavuşacak zaman içinde biri taşta biri türkülerde
kim çalıyor bedenini toprağın…
aydın’ın sabahını örten kirli yorgan gibi pus
başını uzatmış izliyor tralleis
üç gözüyle…
Mustafa ÜNVER
Güncelleme Tarihi: 28 Kasım 2022, 01:23
Emeğine kalemine sağlık Mustafa hocam. 2500 yılın güzel bir özeti olmuş.????????